5 Ağustos 2011 Cuma

Küçük Siren 2. Bölüm

-Sahne I-


Ketil Bjornstad - Departure


Ceren sabah erkenden kalkmış ama pencereden dışarı dalıp gitmişti. Sonunda beklediği gün gelmişti, annesinden yadigar bu taş evde annesiyle hayal ettiği geleceğe kaldığı yerden devam edecekti.  Kalbindeki yaralar ne kadar derin olursa olsun, bu güvenli sığınakta hayatını tekrar kuracaktı.


Foça’ya adım attıkları günü hatırladı birden, annesi ve babasının boşanması kesinleşmişti. Mahkeme kararından çok önce zaten unutmuştu yüzünü babasının.  Ama annesi unutmamış olmalıydı, hiç bu kadar solgun görmemişti onu. Bazen dalıp dalıp gidiyordu, yüzünü hiç olmadık zamanda buruşturup bir şeyler mırıldanmasından bu boşanma işinin çok kötü bir şey olduğunu düşünmüştü ilk, sonra okulda öğrendiği şeyleri düşünüp gülümsemişti.


“BOŞANMAK”,  “Boş – an – mak” boşanmak kötü bir şey olamazdı. Bu buluşunu annesine de söylemeye karar verdi.


“Anne, boşanmak kötü bir şey değil!”


Annesi başını çevirip elinden sıkı sıkıya tutmuş küçük kızına bakarken şaşkınlık içinde kalmıştı bir an.  “Boşanmak.. hıı.. tabiî ki kötü bir şey değil!” diyebilmişti sadece.


Ceren’de sevinçle bu dâhiyane buluşunu daha da açıklamaya karar verdi. “Boşanmak kötü bir şey değil, adı üstünde Boooş… annn… mak! artık babamı andığında artık aklına kötü şeyler gelmeyecek, çünkü boş-andın artık anne…”


Annesi birden kahkahalarla yere çömelip gülmeye başlamıştı ondan sonra, demek ki doğru bulmuştu kelimenin kökünü :) Onu kucaklayıp havaya kaldırdığında ise gözleri ışıl ışıldı bu defa :) “Akıllı kızım benim, iyi dedin artık boooş-andım, kötü anılar yok artık, boş verdim hepsini… Yeni doğmuş gibiyim hatta! Seninle güzel bir başlangıç yapacağız burada, ah benim güzel kızım” Bu sözlerle Ceren’i kendine çekip sıkı sıkıya sarılmıştı tekrar.


-Sahne II-


Pinhani - Dön Bak Dünyaya


 “Ben de boş verdim anne, bugün yeni bir başlangıç yapacağım. Yukarılarda bir yerden beni izliyorsun biliyorum, sana kızının ne kadar güçlü olduğunu göstereceğim. Her şeyden önemlisi yeniden mutlu biri olacağım” geçmiş günlerin hatıraları arasında ağzından dökülen bu sözlerle, Ceren daha bir hırsla pansiyonu açmaya koyulur.


Kayıt defterini tekrar kontrol eder, pansiyonda Ceren’in kaldığı oda hariç 5 oda daha vardır. İlk müşterileri ise Danimarka’dan gelen erkek bir çifttir. Yani herhalde çiftler diye düşünür Ceren…


“O kadar boş oda var dedim, yine de çift kişilik tek bir oda istedi adam, demek ki çiftler!?”… “hımm acaba ben mi yanlış anladım, çift kişilik yatak değil de 2 kişilik bir oda istemiş olabilir mi? Ah Ceren aklın nerdeydi, her dediğine sevinçle evet dedin, şimdi yanlış bir şey olursa rezil oldun demektir! Neyse ben her ihtimale karşı çift kişilik hazırlayayım, eğer çift değillerse de yataklar birbirinden ayrılıyor zaten. Evet evet böylesi daha iyi !” böyle düşünüp odaya tekrar bir çeki düzen verir Ceren.  Artık her şey hazırdır, bu seferde cep telefonunu kontrol eder, “Demir gelmek üzeredir şimdi,  müşteriler gelmeden çocuğa güzel bir kahvaltı hazırlayayım ufaktan”.


Pansiyonda sabahları kahvaltı, akşamları ise büyük salonda Ege mutfağından pratik mezelerle içki servisi sunmayı kararlaştırmıştı şimdilik. Annesi olsa 5 yıldızlı otellere taş çıkartan yemekler hazırlardı kesin ama Ceren şimdilik altından kalkamayacağı şeyleri pansiyonda uygulamamakta kararlıdır. İkizler gelsin asıl o zaman mutfağı tekrar eski günlerine döner diye düşünüyordu. O bunları düşünürken telefonu çalmaya başlar birden.


“Ah Demir arıyor!” “Alo Demir? Geldin mi? Kahvaltı mı? Yok ben de yapmadım ama kahvaltı hazır oyalanma direkt buraya gel! Yok bir şeye ihtiyacım, gel direkt!”


Çok geçmeden iki çocukluk arkadaşı, penceresi arkadaki ufak bahçeye bakan mutfakta oturmuş kahvaltıya başlamışlardır.


Ceren “Ay çok özlemişim seni, iyi ki geldin valla”.


“Tabi tabi çook özlemişsin cidden, ben aramasam senin hiç arayacağın yoktu, nikah şahidim olmandan bile vazgeçecektim bir ara ya neyse! Ama yook suç sende değil, o Egemen hergelesi bir nefes aldırmıyordu ki sana, varlığı ayrı bir dert yokluğu ayrı! Neyse kurtuldun iyisiyle kötüsüyle…” Bunu söylediğinde Ceren’in alnı birden kırışıp, köpek dişleri uzamıştır sanki.


Demir “Eheğği hiç suratını buruşturma, pis vampir! Sana dedim o kadar, sen dinleme beni daha ah ah, neyse bundan sonra bendeniz abinden geçer not almayan kimseyi aileye katmıyoruz oldu mu!”


Demir’in bu dediklerinden sonra Ceren unutmak istediği o konuyu tekrar açtığı için Demir’e kızmak istedi ama yapamadı. Demir de zaten hiçbir konuyu geçiştirmezdi, yerli yersiz söyleyip böyle ortaya dökerdi… Demir derdini içine atan kişilerden değildi, Ceren’i de zorla kabuğundan çıkarmak niyetindeydi, içine atacağına Demir’e kızsın daha iyiydi ona göre.


“Oldu başka bir isteğin, Egemen’den sonra and içtim, kimseye göre hayatımı düzenlemeyeceğim, kendi kararlarımı kendim vereceğim, işine ne kadarı gelirse artık!”.  Ceren’in bu kararlı çıkışmasını görünce gözleri parlar Demir’in, beklediğinden daha iyi bulur Ceren’i…


“Dövseydin bari, şimdi senden bir bardak daha çay isteyeceğim ama onu da başımdan aşağı dökersin bu sinirle, gidip kendim alayım bari, benim misafirliğimde buraya kadarmış” bunu der demez, oturduğu yerden ağır çekimde kalkıyormuş gibi yapar, bir yandan da acıklı bir yüz takınmayı ihmal etmez …


“Ver bardağını ver, istediğin çay olsun, zaten öğlene kadar yedin yedin! Danimarka'dan gelen ilk müşterimizle ikimizin de misafirliği bitiyor” der Ceren ve müjdeli haberi vermenin mutluluğuyla Demir’e muzipçe göz kırpar.


“Odalar tutuldu mu? voaa ne çabuk”


“Odalar dediysem yalnız, bir tanesi! Ama böylesi daha iyi oldu, hem bizim de ilk deneklerimiz olurlar böylece ahhaha”. Ceren bunu der demez, gene gelenlerin bir çift olup olmadıklarını düşünüp, muzipçe güler.  Ceren böyle tatlı tatlı sırıtırken, Demir burnunun dibine kadar gelmiştir.


“O surat ifadesi ne öyle? Bizim cadı gene neler düşünüyor, yoksa ilk müşterilerimiz İç akıtan grup* filan mı? Hahah. Ohooo, sen görüşmeyeli baya değişmişin, bizim düğün kokteylinde İvy sana o kadar yakışıklı arkadaşlarını göstermişti de sen oralı bile olmamıştın… Gücensem mi sevinsem mi bilemedim şimdi”


“Yok Demir öyle bir şey değil valla, tamam gelenler erkek ama galiba çiftler hihi, ay nasıl birileri acaba? kesin çok eğlenceli insanlardır :) Ama işte tam da emin değilim belki çiftler belki değiller! Sabahtan beri odalarını nasıl hazırlasam diye şaşırdım kaldım, en son yatakları birleştirip öyle düzenledim.”


Ceren’in bu yorumlarını görüp, yüzüne takındığı şapşal ifadeyi görmesiyle Demir’in kahkahayı koparması bir olur.


“Sen bu kafayla nasıl burayı işleteceksin bilmiyorum ki, gene hayal alemine daldın.  Sanki adamlar buraya seni eğlendirmeye geliyor sırf. ( :) ) Sakın ola sakız gibi yapışıp peşlerinde dolanma bak! 2 günde sapık diye karakola düşer rezil olursan hee! Ah ah neyse ki ben varım yanında, arkanı yine ben toplayacağım anlaşıldı.”


“Hıh sana kalsa zaten ben hiçbir şeyi tek başına yapamam. Ama bak göreceksin, gül gibi bakacağım buraya. Misafirlerimiz arttıkça, burası da eski günlerine geri dönecek.” Ceren bunu içten gelerek söylemişti, sanki biri ışıktan bir yumak yerleştirmiş yüreğine, çok umutluydu gelecek günlerden.


Kahvaltılarını bitirene kadar bir süre daha pansiyonla ilgili planlarından bahsedip gülüşürler. Daha öğlen sıcağı bastırmamışken, son bir kez de Demir odaları ve alt katı kontrol eder. Son olarak pansiyonun girişini açıp, gelecek olan müşterileri beklemeye koyulurlar.


-Sahne III-


Heartsrings OST – You’ve fallen for me (eng sub)


Ceren kayıt masasına geçmiş, defteri ve anahtarları kontrol ederken. Haneul kapıdan içeri süzülür. Yüzünde mutlu bir ifadeyle Ceren’e selam verip İngilizce kendini tanıtır…


“Merhaba Sirin! hmm Si-rien, Siiie-r..? diye bocalar Haneul gelir gelmez. Ceren’e kalsa bu kocaman ama şirin adamın ağzından çıkan her şeyi ismi olarak kabul etmeye razıdır. Ama kibarca adının telafuzunu söyleyip tekrar selam verir.


Haneul, bu defa daha bir tok sesle kendini tanıtır.


“Merhaba :) Ben Kim Ji Haneul. Arkadaşım Hans Andersen ile geçen gün kayıt yaptırmıştık.”


O sırada Demir’de Haneul’u fark edip selam vermeyi ihmal etmez.


Ceren ise, boş bulduğu vakit Haneul’u baştan aşağı süzmeden edemez.  “Ah neden bütün hoş erkekler gay olmak zorunda” diye iç geçirir ama gülümsemeyi de ihmal etmez, hatta düşüncelerini bastırmak için biraz fazla gülümsemiş bile olabilir.


Ceren “Merhaba,Biz de sizi bekliyorduk. Bay Andersen’in istediği gibi odanız hazır, kendisi nerede, yalnız gelmiş gibisiniz.” der bir umut.


“Çantası biraz ağır, yolun gerisin de kaldı ama ben kayıtları onun yerine imzalayabilirim. Bir an önce yerleşmek istiyorum.” Omzundaki fotoğraf makinesini işaret edip “Sabah aydınlığını kaçırdık bugünlük ama öğle vakti geçmeden biraz kasabaya göz atmak istiyorum.”


Anam bu ne enerji, iki dakika bir dinlen demek geldi Ceren’in içinden ama kendini toparlayıp, salon ve mutfağın olduğu giriş katı, arkadaki ufak şirin bahçeyi gösterdikten sonra üst kattaki odasına kadar eşlik etti Haneul’e.


-Sahne IV-


Kargo - Sen Bir Meleksin


Haneul, Ceren’in eşliğinde pansiyonu gezerken,  İstanbul fotoğraflarından ve dedesinin savaş anılarından tanıdığı Türkiye’ye değil de sanki masalımsı başka bir yere gelmiş gibi hisseder. Havaalanından buraya kadar süren kısa yolculuktan itibaren başlayan bu his merdivenleri çıkarken daha da artar.


Uçuş faslı bittikten sonra bindikleri servisle, ilkin kentin o uzun kıyılarından geçmişlerdi, çantasından çıkardığı not defterine fotoğrafını çekmek istediği ilk mekanın adını bile yazmıştı, Kordonboyu… Kasabaya yaklaştıkça önce sarı yeşil tarlalar arasında bir yolculuk başlamıştı, sık çam ağaçlarının bulunduğu ormanın içine girdiklerinde ise birden etraf tekrar açılmış önlerinde bir sürü tepe belirmişti.


Tepelerin arasında dalgalanan yalnızca yolun kendisi değildi, mavisi gökyüzüne karışan deniz ve denizi gökyüzünde belli belirsiz gezinen bulutlara kaptırmak istemediği her halinden belli Foça’nın görüntüsüydü aynı zamanda. Foça, eteklerine serilmiş denizi tutmak için var gücüyle kıyılarını eteğini toplar gibi büzmüş duruyordu sanki. İrili ufaklı ufukta dağılmış adalarda sanki bu iş için görevlendirilmişler, denizi Foça’ya sürüklüyorlardı… Haneul’un gözünden Foça ilk bakışta böyleydi, bu kasabanın her köşesini gezip fotoğraf çekmek için şiddetli bir istek duymaya başlamıştı çoktan.  Üzerine eski yel değirmenleri serilmiş son tepeye vardıklarında artık kasabanın içine girmişlerdi, kasabanın tam merkezindeki garda indiklerinde içi içine sığmıyordu artık.


Andersen’in elinden kaptığı krokiye bakıp pansiyonu bulması da çok zor olmamıştı zaten. Gardan denizi gördükleri ilk sokağa girdiklerinde kasaba basit bir şekilde iki yöne ayrılıyordu, aradıkları pansiyonda sağ taraftan uzanan sahil yolu üzerinde bulunuyordu. Kaybolmak işten bile değildi.


Ama üzerinde Kaktüs Çiçeği yazan taş evi gördüğünde içi birden bire burkulmuştu, nedenini bilmiyordu ama içi sızlamıştı pansiyonu gördüğünde. Türkiye’de çektiği ilk poza o anda karar verip, taştan örülmüş bile olsa yardıma muhtaç gibi duran evi kadrajının içine aldı hemen.


Pozu çeker çekmez hafızasında bir an şekillendi, sanki böyle bir evi rüyasında da görmüştü! Yine aynı yerde durmuş bu evi izliyordu,  gece vakti yıldızların altında taş duvarları ay gibi parlak duruyordu. Pencereleri kapalıydı, içinde acaba kim yaşıyor diye şiddetli bir arzuyla dolmuştu.


O an bir yıldız kaymış ve düşüncelerini duymuş gibi bütün pencereler şiddetle açılmış, üst kattaki bir pencereden uzun dalgalı saçlı bir kadının silüetini görmüştü. Yüzü belli belirsizdi, ama işte rüya ya bu! Nasıl ki rüyanızda gezetedeki sizin için önemli bir manşeti okumak için, gözünüz sayfalarda gezinir yine de harfleri seçemezsiniz. Haneul'de kadının yüzünü seçemiyordu bir türlü. Biraz daha yaklaş, yaklaş ki yüzünü göreyim diye içi içini yiyordu. Sanki  o da onu duymuş gibi pencereye yaklaşmıştı ama tam da o an rüyasından birden uyanmıştı! Rüya yine de öyle gerçekçiydi ki, uyandığında kendini evine bile yabancı hissetmişti.


Şimdi rüyasındaki o eve bakarken, arkasında kalan denizden hafif bir rüzgar esip Haneul’u şefkatle okşadı.  O esintiyle tüm hüznü silinmiş tekrar neşeyle dolmuştu yine.


***


Andersen’i beklesem mi dedi ama mıknatıs gibi çekilivermişti eve. Böylelikle koşar adım merdivenleri çıkıp pansiyondan içeri girdi.


Heartsrings OST – You’ve fallen for me (eng sub)


Hızla içeri girip Ceren'i masa başında gördüğünde, ne söyleyeceğini bilemedi bir an, neydi ki adı? Pansiyona kendi adını vermiş olamazdı, Türkçe bilmiyordu ama Kaktus'un Cactus'den geldiğini tahmin etmişti ve böyle narin bir yaratığa isim olarak verilemeyeceği kesindi ( :D ). Krokinin köşesinde Ceren ismininin yazdığını hatırladı. Cactus nasıl Kaktus diye Türkçe'de geçiyorsa belki de Sirenleriyle ünlü bu kasabada insanlar kızlarına Siren'in Türkçesi olan Ceren ismini koyuyorlardır, kim bilir? O an yüzüne ister istemez kocaman bir gülümseme yerleşmişti. Siren ismi kesinlikle daha çok yakışmıştı. Madem buralara kadar gelmişti, dedesinin vasiyet gibi söyleyip durduğu Türk gelin misyonunu yerine getirmek için bundan daha iyi bir fırsat da bulamazdı herhalde. Bu muzip düşünceler içinde, kendinden emin masaya kadar gelmişti, ama Ceren kafasını kaldırıp gülümesiyle tüm cesareti gitmişti.


Doğru düzgün ismini söyleyememişti bile ona, inşallah yanlışlıkla küfretmemiştir diye içinden dua bile etmişti bir an.  Ama genç kadının tüm nezaketiyle ona gülümsemesi, ortamı o kadarda batırmadığını düşündürüp onu rahatlaştırmıştı. İçinden bin tane poz çekmek geliyordu Ceren'in, hatta ağzından yanlışlıkla bu düşünceler dökülecekken, lafı çevirip kasabanın diğer güzelliklerini nasıl da görmek istediği gibi bir şeyler zırvalamıştı. Daha fazla saçmalamak için evi incelemeye koyulmuştu ve tekrar yolculuk ederken kapıldığı o huzurlu atmosfere geri dönmüştü. Şimdi Ceren'le üst kata çıkan merdivenlerde yukarı çıkıyordu.


-Sahne V-


(My Fair Lady OST) [Tango] Lady, Please


Ceren "Pansiyon aslında anneme aitti, uzun yıllar teyzemlerle beraber burayı ev gibi kullandık. Biz üniversiteye başladığımızda onlarda boşalan odaları değerlendirmek için pansiyona çevirmeye karar verdiler. Onların işlettiği pansiyonu şimdi ben ve kuzenlerim işletmeye başladık. O yüzden açıkçası biraz acemilik çekiyorum, eğer hoşunuza gitmeyen bir şey olursa mutlaka haberim olsun. Size güzel bir tatil geçirmek için elimizden geleni yaparız."


"İlk müşteriniz ben oluyorum o zaman, ne mutlu bana :) Kuzeniniz aşağıdaki bey miydi?" derken Haneul içinden çok başka şeyler söylüyordu "Yaşasın erkek arkadaşı değil, ama nasıl kuzeni oluyordu ki, bildiğim koreliydi çocuk! Olsa olsa bana kuzen olur ya O! hımm ilginç"


"Aa Demir'i mi diyorsunuz, Demir benim aile dostumdur, kuzenlerim gelene kadar eşiyle bana yardımcı olacaklar bir süre.  O da benim kuzenim gibidir ama ... ee şey telefondaki beyefendi odanızın denize bakan bir yerde olmasını söylemişti. Benim kaldığım yeri saymazsak iki odamız daha denize bakıyor.  Ama Bay Andersen'ın seçtiği oda hemen şurası, en sağdaki oda sizin!".


Ceren "Sizin!" odanız derken neden böyle muzipçe gülmüştü.


"Sizin" "Sizin" "Sizin" "Sizin" "Siiiaaaziian" bu ses kulaklarında gittikçe daha bet bir tonla yankılanırken, Haneul'un jetonu da sonuda düşer. Donk! Donk! Donk!


 "Tanrım bu bir kabus olmalı yoksaa... "sizin" derken Hans ile beni, beni, "biziii", ahhhhhh ulen Hans! Bittin sen"


-Sahne VI-


My Fair Lady OST - Hot Stuff - Instrumental


Birden Haneul'un aklına Andersen'in yol boyunca kırdığı potlar gelmişti, bunu burda da yapmış olamazdı değil mi? Ama Hans bu! yapardı!


-Kopenhag'daki evden çıkıp taksiye binerken bu ikisini hayal ediniz :D-


Andersen "Kapıları kitledin mi?" , Haneul "Evet"


Andersen "Doğalgaz ve su vanalarını kapadın mı?", Haneul "Hıııı evet"


Andersen "O küçük çanta sana yetmez diye, bir kaç içlik benimkilerden arttırıp koydum bavuluma!"


Bunu söylerken Haneul'a bir de göz kırpmıştı ve ne yazık ki bunu taksi şöförü de görüp gülümsemişti. Haneul her ne kadar "Biz arkadaşız" demişse de iş işten çoktan geçmişti.


-Şimdi de uçaktalar :D -


Haneul'un omzunda horul horul uyuyan Andersen, arada yastığını mıncıklar gibi Haneul'un tavuk göğsü gibi yumuşak böğrünü ( :) ) sıvayıp durur. Aynı anda bütün hosteslerin yüzü düşüp aralarında fısır fısır oflayıp puflamaya başladıklarına tanık oluruz.


Karıncalanma hissiyle uyanan Haneul ise, üstüne abanan Andersen'i bir hışımla kenara atsa da olan olmuştur artık. Ekstra içki servisleri de bir anda kesilir tabi, halbuki o andan itibaren Haneul'da esaslı bir içki krizi başlamıştır. "Tanrım bana sayıyla mı verdin bunu, aahh benim dertli başıım".


-Sahne VII-


"Sayrın, Siyrın ayşş... Ben! kesinlikle çift kişilik bir oda istemedim! Bir yanlışlık olmalı! Lütfen bize iki oda verin n'olursun!" Haneul küçük bir çocuk gibi yerinde hoplamaya başlamıştı bile bunları söylerken...


Ceren "Ah afedersiniz, benim hatam olmalı, tabiki( canıma minnet) size başka bir oda veririm. yalnız tek kişilik odalar karşı koridor,  Bay Andersen belki bana çift kişilik yatak istediğini söylemiştir de ben yanlış anlamışımdır. Size karşı koridorda bir oda verelim, Bay Andersen ise bu odada kalmaya devam etsin. Olur mu?"


Haneul bir karşı koridora bakar bir de neredeyse Ceren'in kaldığı odaya bitişik olan yere bakar.  O andan itibaren kesinlikle kararlıdır, Hans'ı da o eski püskü bavulunu da parça pinçik yapıp yeryüzünden silecektir! Evet evet, kesin yapacaktır bunu! :)


"Ceren hanım, lütfen yanlış anlamayın, ben-im.. pardon.. arkadaş-ım Hans'ın kelimelerle arası pek iyi değildir(!) Kesin o yanlış açıklamıştır. Lütfen ikimize de çift kişilik olsun, malum benim omuzlar geniş anca sığarım :D " Bunu söylediği anda pişman olmuştu, ama Ceren'in yüzüne baktığında kendisini katıla katıla gülmemek için zor tuttuğu her halinde belliydi ne yazık ki. "Len oğlum zaten Hans sı*mıştı sen de bir güzel sıvadın aferin sana" diye içinden geçirdi. Özlemini çektiği Türkiye seyahati kesinlikle böyle başlamalıydı ama olan olmuştu bir kere!


Aynı anda aşağıdan Hans'ın sesini duydu, belki de önce kokusunu duymuştu ama kesinlikle emindi, gelen kişi Hans'dı!


"Ee Sirın, galiba Hans geldi, bana şu ortadaki odayı verin lütfen!" Gösterdiği oda Hans ile Ceren'in ortasındaki boş odadır. Hans'ın akşamları ne gürültücü olduğunu biliyordur, bitişiğindeki oda da kalmak bile işkencedir ama Ceren'i kaptırmaya da niyeti yoktur.


"Tamam nasıl isterseniz, aşağı inip odanın anahtarlarını getireyim"


Haneul "Ben de sizinle geleyim" :)


-Sahne VIII-


Coffee House OST - 커피하우스 (Guitar Ver.) (Inst.)


Aşağı indiklerinde Demir ile Andersen'i bavulu kibarca(!) kendi aralarında çekiştirirlerken bulurlar.  Haneul'un da gözü döner bir an, demek ki siniri hala geçmemiştir. Bir hışımla bavulu alıp kapıdan dışarı atar. Ya bavulu ya Andersen'i parçalayacaktı, arada kaynayan bavul olmuştu. Bavulu fırlatırken içinden de "Elveda içlikler, elveda gürültücü külüstür!" diyordu.


"Zaten içinde önemli bir şey yoktu Demiığr! Lütfen arkadaşımın verdiği rahatsızlığı affedin!"


Andersen "N'aptın Brooo?", Haneul "Bana Bro deme!"


Andersen "Bir tanem mi diim o zaman!",


Haneul "Saçmalama yaa (ah yine aynı muhabbet, leen sen beni delirtmek için mi bu dünyaya geldin!!) neden bahsediyorsun sen Ahbap! (Bunu tok bir ses tonuyla söylemişti) zaten çok pis kokuyordu, madem pansiyon sahipleri rahatsız oluyor o zaman atalım gitsin, sana yenisini alırım"


Andersen, çocuk gibi omuz silkip, hiç dışarı fırlatılmamış gibi kapı eşiğinde duran bavulu alıp tekrar içeri sokar. Herkes dumur olmuştur, hani dışarı atılmıştı bavul, demek ki Haneul becerememişti atmasını!!


Haneul "Ulen bavulun da senin gibi, kurtuluş yok mu ikinizden" der sessizce.


Andersen oralı bile olmaz, Demir'e dudak büküp, Ceren'e gülümser.


"Merhaba Ceren, telefonda benimle görüşmüştünüz."


Ceren "Evet öyleymiş öhöm.. Yani evet görüştük, şimdi bizde odanızı nasıl istediğinizi konuşuyorduk, sanırım bir yanlışlık yapmışım. Ama Bay Kim ile konuşup halletik, size odanızı göstereyim hemen." Andersen ile merdivenlere doğru giderken, arkasını dönüp muzipçe Demir'e seslenir.


"Demir 2 numaralı odanın anahtarını alıp Bay Kim'e odasını gösterir misin, ben de Bay Andersen'e odasını göstereyim ;) "


Demir'in az önceki asık suratı, normale döner. Pis pis sırıtmaya başlamıştır. Belli ki çift değiller, Ceren'in iş güzarlığıydı işte. Anahtarı alıp Haneul ile onların peşinden yukarı çıkar.


Haneul ile merdivenden çıkarken Demir "Ceren Hanım ufak bir yanlışlık yapmış, kusura bakmayın."


Bunu derken kendini tutamayıp kısa bir kahkaha kopartır ama hemen toparlar kendini.


Haneul, yüzünü ekşitip bakakalır Demir'e, başka zaman olsa evire çevire pataklardı çocuğu. Ne la bu, kavga da bile söylenmez böyle şeyler.  Gözümün içine baka baka gülüyordu bir de hergele! Neyse canım, Andersen yüzünden oluyordu sonuçta bunlar, asıl sorumlusu oydu. Onunda zamanı gelecekti elbet.


Haneul zoraki gülümseyerek "Hans yani Bay Andersen'ın yabancı dille pek arası yoktur, benim de işlerim yoğundu kendim ilgilenemedim ne yazık ki!" der, önlerinde bulunan Andersen'e dövecekmiş gibi bakmadan da edemez.


Yukarı çıktıklarında Andersen, Haneul ile odalarının ayrı olduğunu farkeder, demek ne yapmış etmiş Haneul odaları ayırmıştı. Aslında olurda kasabadan başka kadınlarla takılır diye Haneul'u boş da bırakmamaya çalışmıştı ama içinden bir his bu konuda artık endişelenmemesini söylüyordu.


Ceren ve Demir her iki kapıda durup Andersen ve Haneul'u izliyorlardı.


Haneul rüyasında gördüğü evin, ne kadar huzur dolu bir yer olduğunu görüp çok şaşırmıştı, rüyalar tersine çıkarmış demek ki!


Andersen ise bavulunu pencere önündeki masaya çıkarıp içini açmıştı. Demir merakla onu izliyordu. O pis ve ağır olduğu her halinde belli bavuldan ne çıkacaktı acaba?


2.Bölümün Sonu


NOTLAR


*İç akıtan grup: SKKS’nin muhteşem dörtlüsünü burada anmadan geçmek olmazdı. Bkz :)